ADALET AÇIĞI KAPANAMAZ AÇIK! - Hatay Söz Gazetesi

ADALET AÇIĞI KAPANAMAZ AÇIK!

  • Yazar :ALİ DAL
  • Eklenme Tarihi :25.09.2023 12:01

"Her açık kapanır" diyen hey gafil

"Hukuksal açıklar" zinhar kapanmaz

"Yargıç cüppesini" giyen ey cahil

"Hukuksal yarıklar" zinhar kapanmaz

 

"Vicdani kanaat", toprak gibidir

"Hukukta adalet", bayrak gibidir

 "Yargıda dalalet" çatlak gibidir

 "Gasp edilen haklar" zinhar kapanmaz

 

Meydan kalmış ise, kelp oğlu kelpe

Dağılmış demektir, (!) hukukta cephe

Giyilir olmuşsa (?!) "düğmeli cüppe" 

"Adli kabahatlar" zinhar kapanmaz

 

"Toplumsal güveni" yitiren devlet

Hakkın tevziinde yaşar rezalet

Ayrılmışsa ortasından (!!) adalet

"Akar cerahatlar" zinhar kapanmaz

*

Sevgili okurlarım, 

Özellikle de ekonomik, üretim, eğitim sağlık, sosyal, siyasal, tarımsal, hülasa her bakımdan çıkmazların yaşandığı günümüz Türkiye'sinde dilimizde sıkça kullanılan ve

TDK'ca;

"Açılmış, kapalı olmayan, kapalı karşıtı, Örtüsüz, münhal, Aralığı çok, gizliliği olmayan, koyu olmayan, belirgin bir biçimde" ifade edilen "AÇIK" kelimesi; hele de konu "hukuk" olunca, daha da farklı bir boyut kazanıyor..! 

Burada "Açık" türlerini saymaya kalksak, 

ömrümüz Yetmez..!! 

Biz bu gün, "Kapanamaz açık" olan "Hukuksal açığı" irdelemeye çalışacağız.. 

BU hususta, Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Zühtü Arslan'ın, açıklamaları oldukça manidar..!! 

Sayın Arslan şöyle diyor:

"Yegane adres mahkemelerdir... Hukuk ve adalet açığı bir ülkenin geleceği bakımından her türlü açıktan daha tehlikelidir..!! 

Zira "hukuksal açık" ; temeli adalet olması gereken devlete yönelik toplumsal güveni ve inancı zedeler..! Hukuku uygulamakla ve adaleti tesis etmekle görevli olan yargı mensuplarının şiarı "akıl, ahlak ve adalet" olmalıdır. Akıl "iradeyi, bağımsızlığı, düşünme ve bilgi sahibi olma kapasitesini" ifade eder... Yargı mensubu aklını kullanmak zorunda olan kişidir. Bu nedenle hâkim ve savcılar, sadece akıllarını kullanırlarken "cesarete" ihtiyaç duyabilirler. Kant'ın belirttiği üzere; "kendi aklını kullanmaya cesaret edemeyenler, vesayet altında kalmaya mahkumdur..!" 

Vesayet altındaki yargısal akıl ise adaleti tesis edemez..! Ülkemiz, bunun en canlı ve en yıkıcı örneğini,  "15 Temmuz darbe girişimine" götüren süreçte yaşadı..! 

"Akıllarını ve vicdanlarını başkalarına teslim edenlerin yaptıkları ve yaşattıkları hukuksuzluklara birlikte tanık olduk..!" diyen

Sayın Arslan, sözlerine şöyle devam ediyor: "Bu meşum darbe teşebbüsünden çıkarılması gereken en önemli derslerden biri; 'yargı bağımsızlığının ve tarafsızlığının ve bunun yanında yargı mensuplarının sadece hukuka bağlı kalarak karar vermelerinin sağlanmasıdır..! Bu husus, Demokratik hukuk devletinin geleceği bakımından hayati derecede önemlidir.. Hukuk devletinde adaletin yegane adresi mahkemelerdir. Mahkemelerin adalet arayışına cevap veremediği, bağımsız ve tarafsız yargılama ilkelerine uygun şekilde uyuşmazlıklara çözüm üretemediği bir yerde hukuk dışı arayışların ortaya çıkması kaçınılmazdır..!" 

Arslan; aynı zamanda; "dünyanın hemen hemen her yerinde en çok tartışılan konuların başında özel hayatın korunması, insanların toplu olarak yaşamlarını sürdürmesi, devletin ortaya çıkışından itibaren mahremiyetin korunmasının önemli olduğunu" vurguluyor... 

Sayın Arslan, devamla şöyle diyor:

"Devlet bir yönetim tekniği olarak baştan beri bireylerin özel hayatını gözetim altında tutma eğiliminde olmuştur. Başka bir ifadeyle devletin gözü daima bireylerin üzerindedir. İçinde yaşadığımız internet çağında ve gözetim toplumunda kişilerin özel hayatlarının korunması çok daha zorlaşmıştır. Buna paralel olarak da özel hayata saygı hakkını korumaya yönelik anayasal ve yasal güvencelerin etkili bir şekilde hayata geçirilmesi çok daha önemli hale gelmiştir... Anayasa'nın 20'nci maddesine göre herkesin özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir.. Anayasa koyucu 'Özel hayatın gizliliğine dokunulamaz' şeklinde kesin bir dille özel hayatın mahremiyetinin önemine işaret etmiştir. Anayasa Mahkemesi gerek norm denetiminde gerekse bireysel başvuruda, eksiksiz bir tanımı bulunmayan 'özel hayat' kavramının kişiye ait oldukça geniş bir alanı kapsar...Gerçekten de kişilerin şeref ve itibarlarının korunmasından, kişisel verilerinin işlenmesine, başkalarıyla mahrem ilişkilerinden mesleki hayatına müdahalelere kadar bir dizi konu özel hayata saygı kapsamına girmektedir. Özel hayata saygı hakkı, bir yandan kişinin istenmeyen tüm müdahalelerden uzak, kendine ait mahrem alanda yaşama hakkına işaret etmekte, diğer yandan da kişiliğini serbestçe geliştirmesine yönelik birçok hukuki menfaate dikkat çekmektedir... 

Özel hayata saygı hakkının kapsamına giren konulardan birinin de kişilerin mesleki hayatlarını etkileyen müdahaleler olmaktadır..! Anayasa Mahkemesi bu konuda yapılan bazı müdahaleleri Anayasa’nın 20'nci maddesi kapsamında incelemektedir. Kuşkusuz müdahalenin meşru amacı tespit edilirken Anayasa’nın diğer maddeleri de dikkate alınmaktadır. Bu kapsamda bilhassa Anayasa’nın 129'uncu maddesinde belirtilen 'sadakat' yükümlülüğü önem taşımaktadır. Bu madde gereğince memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdür. Dolayısıyla devlet, sadakat yükümlülüğüne aykırı davranan kamu personeli hakkında idari tedbirler alabilmektedir. Bu yükümlülüğün gereklerini devlet hem kamu hizmetine alma hem de bu hizmetten çıkarma sürecinde değerlendirme yetkisine sahiptir. Anayasa Mahkemesi, 2019 yılında verdiği bir kararında kamu görevlilerinin anayasaya sadakat ve devlete bağımlılık yükümlülüğünün, bilhassa devleti temsil eden ve millî güvenlik bakımından hassasiyet içeren bazı kamu görevlerine atanacak kişiler bakımından daha sıkı nitelikler aranması ve birtakım sınırlamaların getirilmesini gerektirebileceğine hükmetmiştir. Sonuç olarak, özel hayata saygı hakkının ve mahremiyetin güvence altına alınması, bireyin maddi ve manevi varlığının, özerklik ve özgürlüğünün korunması ve geliştirilmesi bakımından son derece önemlidir. Bunun yanında unutmamak gerekir ki, temel hak ve özgürlüklerin korunduğu, hukuk güvenliğinin sağlandığı bir hukuk devleti aynı zamanda refah devletinin de olmazsa olmaz şartıdır."

*

Sevgili okurlarım, 

Günümüz Türkiye'sinde, 21 yıldır hükümet eyleyen siyasi iradenin, kürsülere çıkıp;  

"Ben bu davanın hem savcısı, hem de hakimiyim" diyerek "ihsas-ı rey" ; yani "taraf olma hali" maksadını aşarcasına (?!) yargıya müdahaledir..! Haliyle bu siyasi  müdahale yargıya olan güvenin ciddi manada zedelendiği kanaatini oluşturur..!!?? 

Bu olumsuzluklar yetmezmiş gibi (!) ülke olarak, kararlarına harfiyen uyulacağı taahhüt edilerek altına imza attığımız;" İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ" kararlarını inadına yok hükmünde saymak; "Ülkede Hukukta ve adaletteki yaratılan açığın" uluslararası alana taşırmaktır..!! Hal böyle olunca da hukukun dışına çıkıp, yaratılan "Hukuk ve adalet açığı" sebebiyle ülke zora düşürülmüş olur..!! 

Dahası, "Hukuk ve Adalette ki açık" devlete yönelik toplumsal güveni ve inancı zaafa uğratır..!! 

Hülasa, "Hukuk ve Adalet açığı" kapatılamaz açık olması yanında, güven kaybına neden olur..!

Nitekim; yargı mensupları, akıllarına ve vicdanlarına göre davranmak zorunda olduklarını; sadece akıllarını ve vicdanlarını kullanırlarken, aynı zamanda da "cesaretli" olmaları gerektiği bir o kadar önem arz etmektedir... NOKTA..!! 

*

"Firardaysa" Yargıçtaki cesaret

"Hukuksuzluk" veriyorsa işaret

Sürüyorsa eğer (!) "adli rezalet" 

"Suçlar kırka katlar" zinhar kapanmaz

 

Teraziyi bile bile (?!) eğmeler

Hakkın gaspı olur; vicdanı deler

Yargı, yama tutmaz olursa eğer

"Edilen feryatlar" zinhar kapanmaz

Not: İhsas-ı Rey: "oyunu / tarafını belli etme" olarak tanımlanan hukuki terim. Bu kavrama göre, herhangi bir zaruri durum olmamasına rağmen, yargıcın görmekte olduğu yargılamada, hükümden önce görüşünü doğrudan veya dolaylı olarak belli etmesiyle birlikte konuya tarafsız ve önyargısız yaklaşamayacağı kabul edilir.