Sevgili Okurlarım,
Yukarıdaki başlığı koyarken, İMAM AZAM EBU HANİFE' yi, en detaylı tanımlamanın, titizliğini göstermeye çalıştığımı söyleyebilirim.
Zira O, zamanının hak, hukuk, adalet, samimiyet, liyakat, hakikat yolunun mürşitleri olan Hz. Ali, Hz. Muhammed ve Ehlibeytinin, aydınlatan yolunu, Abbasi, Emevi zulmüne direnip asla geri adım atmayan ve Kur'anı esas alarak İslam'da aydınlanmayı sürdürürken, zehirletilerek şehit edilen müstesna bilge ve emsalsiz müçtehitti..
Doğruyu, hakkı ve hakkaniyeti iletmeyi ertelemezdi...
Sevgili okurlarım,
GÜNÜMÜZDE DE MÜSLÜMANLARCA
KULAK ARKASI EDİLEN FETVALARINDAN MİSALLER VEREREK, MÜSLÜMANLIK İNANCININ, NE DERECE ÖRSELENDİĞİNİ BİRLİKTE GÖRELİM:
Arap olmayan Müslümanlar anadilleri ile ibadet yapabilirler.
Bir insanının mümin olduğunu ibadeti belirlemez.
Kimin cennete veya cehenneme gideceğini Allah'tan başka hiç kimse bilemez.
Beşeri ilişkilerde dindarlık ölçü değildir.
Namaz kıldırıp para almak helal değildir.
Din için toprak gasbetmek meşru değildir.
Evlenme ve eş seçme hakkı kadının kendisine aittir.
Arapça kutsal dil değildir, kutsal olan anlamıdır.
Allah'ın elçileri, Allah'ın kitabına aykırı konuşmazlar.
Kuran'a ve akla aykırı rivayetler(hadisler) kaynağı ne olursa olsun reddedilir.
İslamda evliya diye bir sınıf yoktur, her mümin Allah'ın dostudur.
Haram para ile hayır olmaz.
Zulüm yapan idareciye hediye verilmez, hediyesi de alınmaz.
İSLAM akıl ve vahiy dinidir. Aklı olmayanın dini de yoktur...
Kaynak: Prof. Muhammed Ebu Zehra
Sevgili okurlarım,
İMAM AZAM EBU HANİFE' yi tanımaya devam edelim:
2.BÖLÜM
"Bana Vasıt Mescidi’nin kapılarını saymayı teklif etse onu da yapmam” cevabını vererek Emevi iktidarına karşı tavrını açıkça ortaya koymuştur. Bununla birlikte aynı tutumu Mansur devrinde de sürdürmüş, onun haksız ve keyfi uygulamalarına alet olmaktan kaçınmış ve halifeyi açıkça tenkit etmiştir. Ebu Hanife halifeyi eleştirdiği gibi devrindeki bilgin ve kadıların verdiği yanlış hükümleri de tenkit etmiştir. Hakikati aramada ve takip etmede samimi olan Ebu Hanife başkalarının görüşlerine karşı hoşgörülü olmuş, kendi içtihadının doğruluğunda ısrar eden ve onu tartışmaya imkân vermeyen bir taassup göstermemiştir. Derslerinde ve tartışma meclislerinde herkese söz hakkı verir, aykırı görüşleri dinler, öğrencilerini kendi fikirlerini benimsemeye zorlamazdı.
FIKIH İLMİNİN YERİ
Ebu Hanife, İslam’a dair fikri tartışmaların yanı sıra ticaretle de uğraşması nedeniyle kendisine yöneltilen sorularla ilgili olarak hayatı boyunca sayısız içtihat yapmıştır. Ebu Hanife’nin ithamlara maruz kalmasının, aleyhine birçok şey söylenmesinin esas sebebi, dönemindeki fıkıhçıların görüş ve fetvalarına gerektiğinde aykırı fetva verme cesaretine sahip olmasıdır. Yaşadığı bölge karmaşık birçok olayın meydana geldiği ve çözümünün arandığı bir yerdi. Fıkıh meselelerini çeşitli yönleriyle ele alıp tartıştığı için farklı ihtimal ve durumlara göre düşünce ve çözümler üretmiş, henüz gerçekleşmemiş meselelerin hükümlerini de içtihadına konu etmiştir. Irak bölgesinin özel şartları, meydana gelen veya gelmesi muhtemel olaylar karşısında susmayı ve çekimser davranmayı değil olayları fıkhi hükme bağlayarak Müslümanlara yol göstermeyi, halkın aşırı görüş ve çözümlere yönelmesini önlemeyi gerekli kılmaktaydı. EBU HANİFE, bir meselenin hükmünü önce Kur’an’da arayıp, ayetlerin açık, genel ve doğrudan ifadelerini esas almıştır. Eğer Kur’an’da konuyla ilgili bir dogma bulamamışsa Hz. Muhammed’in de onayladığı, bütün sahabenin uyguladığı sıraya göre sünnete başvurmuştur. Esasen sünnetin delil olarak alınmasının önemi ve gerekliliği Ebu Hanife’nin içtihat ve fetvalarında da açıkça görülür.
Ebu Hanife:
Kendisine bir mesele sorulduğunda önce öğrencilerinin bu konuda bildikleri hadisleri ve sahabe sözünü sorar, ardından kendi bildiği rivayetleri aktarır, meseleyi değişik yönleriyle ele alır, öğrencilerinin görüşlerini ayrı ayrı dinler, daha sonra da o meseleyi hükme bağlardı. Onun ders verme yöntemine göre soruların önce öğrencilerle tartışılması, o mesele hakkında dogma bulunup bulunmadığının araştırılması demektir. Ebu Hanife’nin yaşadığı dönemde ve özellikle bulunduğu bölgede hadis uydurma işi yaygın hale gelince daha ihtiyatlı davranarak belli şartlar belirlemiştir.
Ebu Hanife'nin,
Hz. Muhammed’in hayatını ve hadislerini öncelik-sonralık açısından inceleyerek özellikle son dönemde söylenen hadisleri esas aldığı belirtilir.
Bu anlayış, hayatın değişmesi ve fıkıh hükümlerinin bu değişikliğe belli ölçüde uyum sağlaması gerektiği fikrinin sonucudur. Dogma bulunan yerde kıyasa ihtiyaç duyulmayacağını bildirmiştir.
Ebu Hanife, meseleler arasındaki açık veya gizli ilişkileri bulunanları kolayca kavrardı. Ayrıca halkın davranışlarını da göz önünde bulundurur, dinin temel ilke ve esaslarına aykırı olmadığı sürece bunları göz önünde bulundururdu.
Ebu Hanife, asla zorlama taraftarı değildi. Ebu Hanife’nin fıkhında kişiliğinin, içinde bulunduğu dönem ve şartların, kişisel görüş ve temayüllerinin, ders aldığı ve görüştüğü bilginlerin belli bir etkisi vardır. Aynı etki, onun görüş ve öğretisi etrafında sonradan oluşan Hanefi mezhebi için de söz konusudur.
EBU HANİFE'NİN TİCARET HAYATI:
Hanife’nin ticaret hayatının içinde bulunması, insanların problem ve ihtiyaçlarını yakından tanıması, içtihatlarının kabul ve uygulama şansını arttırmıştır. Öte yandan onun farklı kültür ve geleneklere sahip çeşitli grupların karma bir halde yaşadığı Irak bölgesinde yetişmiş olması, Hicaz bölgesinde hâkim geleneksel sosyal yapı ve anlayıştan daha az etkilenmesine, birçok konuda örfü ve toplumsal durumu esas alan farklı yorum ve içtihatlara sahip olmasına zemin hazırlamıştır. Hanefi mezhebinin Araplar dışındaki Müslümanlar arasında yaygınlık kazanmasının bir sebebi de budur. Denilebilir ki Ebu Hanife, hocaları ve önceki nesiller tarafından kendisine aktarılan fıkhi kuralları, görüşleri, ayet ve hadislerle ilgili yorumları içinde bulunduğu ortam, insanların ihtiyacı ve dinin genel ilke ve amaçları açısından yeniden değerlendirme, sınırlı dogmalarla sınırsız olaylar, aktarılan ile aklın yorumu, arasında bir denge kurma imkânını yakalamıştır. Ebu Hanife’nin örf ve âdeti, Kuran’ın genel ilkelerini, halk yararını gözetmesi bu gayretin sonucudur. Ebu Hanife, ticari işlemleri açıklık ve belirlilik, faizden uzak olma, örf ve ihtiyaca uygunluk, dürüstlük ve güven şeklinde dört temel üzerine oturtmuş, ticari hukukta olsun borçlar, aile ve kamu hukukunda olsun şahsi teşebbüs ve sorumluluğu, kişi hak ve hürriyetlerini ilke edinmiştir.
Ebu Hanife, kendi dönemine kadar geçen sürede oluşan ve dogmaların yorumu niteliğindeki kuralları gerektiğinde yeniden ifade etmiş, bazen da kuralı değiştirmek yerine kişisel ihtiyaç veya zorunluluğu giderebilmek için birtakım fıkıh çözümleri ve çareler önermiştir. Ancak bulduğu bu çareler çok sınırlı bir alanda ve belli ölçüde uygulanmış olup hiçbir zaman ana kuralı işlemez kılacak ve kanuna karşı hile oluşturacak nitelikte değildir. Fıkıh anlayışının çözüme yönelik olması, Hanefi mezhebinin hayata ve insanların ihtiyaçlarına uygun bir yapıda gelişmesiyle sonuçlanmıştır.
Ebu Hanife, sahabe ve sonraki döneminde Irak bölgesinde oluşan zengin düşünsel gelişmeyi, hocaları ve görüştüğü çeşitli bilginler aracılığıyla yakından tanıma imkânı bulmuştur. Bu sebeple Ebu Hanife, devrindeki fıkıh birikimini ve düşünceyi parçalı sorunlar ve çözümler görünümünden çıkarıp belli ölçüde sistemleştirdiği, yeni olay ve sorunların fıkha dayalı çözümüne de imkân veren bir bütünlük kurmaya çalıştığı için dönemindeki fıkıh anlayışının gelişiminde önemli bir rol oynamıştır.
EBU HANİFE'NİN, FIKIH DÜŞÜNCESİNİN GELİŞMESİNE KATKILARI:
Diğer mezhep imamları ve İslâm bilginlerince de değişik biçimlerde ifade edilmiştir. İmam Şafii’nin, fıkıhla uğraşan bütün bilginlerin Ebu Hanife’ye teşekkür borçlu olduğunu dile getiren ünlü sözü:
(devamı yarınki sayımızda)