Kıymete değmeyen ruhsuz birine
Kadir, kıymet veren, bala tuz katar
Katırı bağlarsan (?!) atın yerine
Aslan mekanında çakallar yatar
Özünde insanlık izi kalmayan
Söylenen kıssadan hisse almayan
Meşrebinde edep, haya olmayan
Ahde vefasızlık, nankörlük satar
Nifak yaratanlar, sinsi gidenler
Deve kini ile (!!) eza edenler
Beddua yüklenmiş, başlar, bedenler
Asla iflah olmaz, mahşere kadar
"Gönül kabesini yıkmayın" dedik
Nefret matkabıyla açtılar gedik
Kin tutandan iflah olan görmedik
Kendi çamuruna (!!) kendisi batar
*
Sevgili okurlarım,
Bu gün güncel gelişmelere, siyasi, sosyal, hak, hukuk, adalet ve ekonomik konulara ara verip, "eşrefi mahluk" denilen insanoğlunun yaşanmışlıklarından yola çıkarak, kaleme aldığım bir öyküyü, hisse alınır umuduyla paylaşmaya çalışacağım...
Zira, günümüz dünyasında insanoğluna has olan erdemlerden olup, Kur’an’da en fazla üzerinden durulan, edeb, haya, ahlak kavramlarından uzaklaşmışlık hali, benim bu öyküyü kaleme almamda etken olmuştur.
"İLİM, HAYA, AKIL" kavramlarının eveliyatına dair Cenab-ı Allah’ın emirlerini, aktaran Sevgili Peygamberimizin, hadis mealini, öykümüzdeki ailenin yaşlı ninesi; ailenin, kızına, gelinine ve torunlarına hisse alsınlar düşüncesiyle;
"Dinle kızım, dnle gelinim, dinleyin torunlarım" diye başlar anlatmaya...
"Cenab-ı Allah, Hz. Adem’i yarattığına, Cebrail ona üç hediye getirdi: 'İlim, hayâ, akıldan oluşan...
.. Ve ona: 'Ya Âdem, bunlardan dilediğini seç!' dedi...
Adem aleyhisselâm aklı tercih etti. Cebrail aleyhisselâm hayâya ve ilme, 'makamlarına dönmelerini' emredince, hayâ ve ilim, itirazda bulunarak: 'Biz, ruhlar âleminde hep beraberiz... Birbirimizden asla ayrılmayız... Ruhlar cesetlere girdikten sonra da beraberiz...O sebepten dolayı, akıl nerede olursa, biz ona uyarız.." dediler.
Cebrail aleyhisselâm da, bu beyan üzerine; 'Öyle ise kendinize yer seçin' emrini verdi... Akıl beyine, ilim kalbe, hayâ da gözde yerleşti.'
İşte böyle, yavrularım...
Hadis'de de anlatıldığı gibi,' beyindeki aklı, kalpteki ilmi, gözdeki hayayı korumamız, daima kontrol altında tutmamız gerekiyor..' deyip, sözünü tamamladığında;
Hepsi bir ağızdan;
"Çok haklısın, ak saçlı atamız, biz iffetimizi kaybettikçe dertlerimiz arttı", deyince
AK saçlı nine şöyle devam etti:
' Evin bir edebi daha vardır ki, en önemlisi de budur herhalde… Evin içinde yaşananlar, asla dışarıda anlatılmaz; yenenler, içilenler, muhabbetleşmeler, kavgalar… Bu da evin iffetinden sayılır ve hiç kimseye anlatılmazdı..! Bu yüzden problemler ev içinde kolaylıkla çözülürdü. Zaten Peygamberimiz de özellikle karı-koca arasında olanların etrafa yayılmasının ne büyük bir günah olduğunu hep hadislerinde anlatıyor. Bak aklıma yine bir hikaye geldi. İsterseniz onu da anlatayım' deyince,
Kız, gelin ve torunlar heyecanla atılarak;
"Anlat babaanne, lütfen anlat." dediler...
Yaşlı nine; 'o zaman dinleyin' deyip, başladı anlatmaya;
"Evvel zaman içinde memleketin birinde 90 yaşlarında fakat çok dinç ve genç görünümlü bir adam yaşarmış.
Çevresinde bulunan herkes ona çok özenir ve 'bu gençliğin sırrı nedir' diyenlere İhtiyar delikanlı; bu soruya güler geçermiş...
Ama sorular sık ve soranlar çoğalınca, 90'lık delikanlı, cevap vermek zorunda kalmış... 'Bu sırrımı kolayca herkese nasıl anlatırım' diye düşündükten sonra karar vermiş. Daha sonra tüm meraklıları evine yemeğe davet edip, size sırrımı açıklayacağım' demiş.
Herkes merakla davete gelmiş. Yemekler yenilmiş, içilmiş, sohbetler edilmiş vakit iyice gecikmiş. Ama gençlik sırrı ile ilgili tek kelam edilmemiş. Herkes konu ne zaman açılacak diye merak ederken adamcağız sevimli hanımına seslenmiş.
'Hatun, sana zahmet şu kilerden bize yetkininden bir karpuz getirir misin?'
Hanım, hemencecik kilere giderek kaş ile göz arasında bir karpuz getirmiş... Adamcağız aldığı karpuzu şöyle eliyle tık tık vurmuş ve sonra da hanımına:
'Bu olmamış hanım, yetkin değil gibi... Başka bir karpuz getirir misin bir zahmet' demiş.
Hanım onu götürüp bir tane daha getirmiş. Adam onu da tıklayıp, yine beğenmemiş:
Yine hanımına; 'yine sana zahmet olacak ama bu da olgun görünmüyor, başkasını getirir misin' demiş. Bu böylece dört sefer daha tekrarlanmış. Dedemiz beşincide karpuzu beğenmiş ve karpuz kesilip misafirlere ikram edilmiş. Herkes karpuzunu afiyetle yerken bizim dedecik sormuş:
'Eeeee arkadaşlar, benim gençliğimin sırrını anladınız mı şimdi?'
Herkes birbirinin yüzüne bakmış. Kimse bir şey anlamamış.
'Dede anlamadık biz bu sırrı!' demişler. 90'lık delikanlı, manalı manalı gülmüş ve devam etmiş:
'Efendiler, zaten kimlerdeki karpuz bir taneydi. Ben hanıma git de başka getir dedikçe o kilere gidip geliyor aynı karpuzu getiriyordu. Beş kez gitti gitti geldi ama, bir kerecik olsun, 'Aman be adam, deli misin nesin. Zaten kilerde bir tek karpuz var; aynı karpuzu bana beştir taşıtttırıyorsun' demedi. Yani, beni sizin önünüzde mahcup duruma düşürmedi... İşte, gençliğimin sırrı... Genç kalmamı bu hayırlı hanımıma borçluyum.
Biz birbirimizi hiç başkalarının önünde zor duruma düşürmedik. Aile içindeki hiçbir şeyi dışarıya yansıtmadık. Şimdiye değin, birbirimize destek ve dert ortağı olduk, yardım ettik. Birbirimizle ilgili olan problemleri yine birlikte çözdük... İyi kötü her olayı birlikte paylaştık...' demiş.
BU öyküyü dinleyenler arasında bulunan,
gelin nineye: "Çok şey anlatmışsın, çok şey söylemişsin de, biz söylediklerinizden nasiplenmemişiz meğer..!! Dün ile bugünün benzerliği kalmamış... O zamanki yuva sıcaklığının, eşler arasındaki saygıyla sevgiyle, hoşgörü ve anlayışla ne kadar da ilgiliymiş... '
Yaşlı nine uzaklara dalıp giderken, sofra başına oturmuş torunları kaşıklarını sessizce bıraktılar, anneye ve nineye bakarak şöyle dediler; 'Anne, nine, biz bundan sonra babamız gelince kadar yemeğe başlamayacağız!"
Babaanne ve gelin, çocukların bu sözlerinden oldukça etkilenip sessiz bir şekilde Allah’a hamd ettiler...
Hülasa, "Yüce Rabbim, hasmımızı dahi, edepten, hayadan, akıldan ve ilimden yoksun bırakmasın..!!" diyerek ezgili öykümüze noktayı koyalım...
KAYNAKÇA:
Kur'an
Al-i imran Suresi 134. ayet
Nisa Suresi 86. Ayet.
İbrahim Suresi 24. ayet.
Mü'minun Suresi 96. ayet