Ne idi, ne hale (?!) gelmiş köylüme
Baktım, terk ettiği toprağa hasret
Ekemez olduğu (?!) baharlı güne
Göremez olduğu (?!) yaprağa hasret
"Ne var, ne yok" diye sormaya kalktım
Çektiği "of" ile sinemi yaktım
Biçare görünen köylüme baktım
Çoban ateşini yakmaya hasret
*
Sevgili okurlarım;
"Köylü milletin efendisidir... Üretime yönelik traktörü, alet ve edevatı hiç bir şekilde haczedilemez..! " ifadeleriyle
köye ve köylüye verdiği değerin derinliğini ortaya koyan Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün, bu tarihi tespitiyle birlikte; Türkiye'nin üretim hamlesi sonucu, "dünyada kendine yeten 7 ülkenin ilk üçünde yer aldığını, ihracat fazlası verdiğini, sık sık ve ısrarla hatırlatmaya çalışmamızın sebepsiz olmadığını, gelinen nokta itibariyle, Türkiye olarak Bulgaristan'dan saman, Hollanda'dan buğday, Kanada'dan mercimek, nohut; Yunanistan'dan pamuk, Rusya'dan Ukrayna'dan ithal eder hale getirildiğimiz(?!) bu hazin ve düşündürücü (?!) halimiz inkâr edilebilir mi? Ne mümkün..!
*
Bu tarihi ve ibretlik tespitten sonra, yazımızı Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün yaverinin kaleminden nakledilen ve bizzat yaşanmış bir anekdotu paylaşarak sürdürelim...
*
GAZİ VE KÖYLÜ YAŞLI NİNE...
Gazi M.Kemal, çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir köylü kadına rastladı.
Attan inen Atatürk, bu ihtiyar kadının yanına sokuldu.
- Merhaba nine.
Kadın, Ata'nın yüzüne bakarak hafif bir sesle;
- Merhaba, dedi.
Atatürk:
- Nereden gelip nereye gidiyorsun?
Yaşlı köylü Kadın, önce bir durakladı ve:
- Neden sordun ki, dedi. Buraların bekçisi mi, yoksa buraların sahibi misin? dedi.
Paşa gülümsedi.
- Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır. Buranın bekçisi de, sahibi de Türk milletinin bizatihi kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin?
Kadın başını salladı ve;
- Tabii söyleyeceğim, ben Sincan'ın köylerindenim bey; yani anlayacağınız, otun güç bittiği, atın geç yetişdiği, kavruk köylerinden birindenim... Bizim muhtar bana bilet aldı ve trene bindirdi; Angara'ya geldim.
- Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni?
- Gazi Paşamızı görmem için... Başını pek ağrıttım..! Beyim, iki oğlumun ikisi de gavur
harbinde şehit düştü. Memleketi gâvurdan gurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmemek için hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Ben de bunu muhtara anlatınca, o da bana bilet alıverip saldı Angara'ya, giceleyin...
Yolu neyi de bilemediğimden işte ağşamdan berli böyle kendimi ordan oraya vurup duruyom bey.
- Senin Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var mı? dediğinde; yaşlı kadının birden yüzü sertleşti.
- Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki.. O bizim vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın eline bırakmadı... Ve şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi; daha ne isteyebilirim ki ondan? Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşıyoz. Şunun, bunun, gâvurun köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buraları bir defacık da olsa yüzünü görmek, Kurtarıcı'ya, "sağol paşam" demek için yola düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi eyi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşa'yı bulacağım yeri deyiver.
Atatürk'ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden belliydi. Bana dönerek;
- Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanımızdır... Bu benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır, dedi.
Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum anacığım dedim, sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Paşa yani Atatürk işte karşında duruyor.
Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp
Atatürk'ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu. İkisi de ağlıyordu. İki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş olup ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü Ata'nın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk'e uzattı;
- Tek ineğimin sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye
getirdim. Eğer seversen gene yapıp getiririm.
Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi. Sonra birlikte köşke kadar gittik. Oradakilere şu emri verdi;
-'Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin.
Sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun.'dedi.
*
Sevgili okurlarım;
Bu yazıyı okurken, eğer halen duygulananlar ve halen duygu yoğunluğundan ağlayanlar varsa, bilelim ki; her bakımdan kriz ortamına sokulmuş olan (!!) Ülkem için halen umut var demektir..
*
Her fırsatta, Gazi Mustafa Kemal Atatürk' e ve kahraman silah arkadaşlarına ahde vefasızlık gösteren ihanet odaklarının iğrenç yüzlerini ortaya koymak yönünde, bu tür hakikatleri konu eden yazıların olabildiğince paylaşılması; Aziz Ata'mızın değerinin anlaşılması bakımından önemlidir...
**
Üretmenin hazzı, izlemi ile
Yine Atatürk'ün gözlemi ile
Benim köylüm, hasat özlemi ile
Her zerre toprağı ekmeye hasret
Atatürk'tür, köylümüzün şahidi
Bunda hisse kapar, izan sahibi
Adeta oluktan boşalır gibi
Alnından terleri dökmeye hasret