(İKİNCİ BÖLÜM)
Bilimle, kültürle, sanatla yaşa
Ömrün saniyesi geçmesin boşa
Kimse rağbet etmez, sönmüş ataşa
"Ölümsüzlük" küllenmemiş közdedir
Her nesnenin nihayeti var ama
Azdıranlar, el sürmesin yarama
Anılmayı başka yerde arama
"Ölümsüzlük" sırrı içimizdedir
DAL: Sevgili Hocam, Doğum Tarihinizin 20.6.1914 olduğunu esas alarak soracak olursak, yaşamış olduğunuz ömrünüzün zaman yolculuğu üzerine özet olarak neler söylemek istersiniz?
ÇIĞ: Sayın Dal, Dolu dolu geçti. Dalgalarda kaldım ama hiç boğulmadım. Bu yaşında olduğumu düşündükçe şaşkına dönüyorum. Yaşamışlığıma tekrar dönecek olursam; Hep su yüzünde buldum kendimi... Çok çalıştım. O kadar işin gücün arasında iki çocuğum oldu. Annemin ve kocamın müstesna anlayışıyla büyüttüm onları...O zamanlar hazır giyim mağazaları yoktu. Kıyafetlerini kendim dikerdim. Hasılı, evde de, dışarıda da hep çalışarak geçti hayatım.
DAL: Sevgili Hocam, özel bir sorum daha olacak... Cevaplamaya değer bulmazsanız, es geçebilirsiniz..!
Sayın Hocam, asırlık çınarımız olarak söyler misiniz; sizce önce yaşlanan ruh mudur, beden midir?
ÇIĞ: Sayın Dal, yaşlanmanın kötü yanı o ya.! Bedeniniz bazı şeylere eskisi gibi izin vermiyor ama ruh yaşlanmıyor. Duygular hiç değişmiyor. Gençlikte nelere ağlıyorsam hâlâ aynı şeylere ağlıyorum. O zamanlar, nelerden heyecanlandıysam, bugün de aynı şeylerden heyecanlanıyorum.
DAL: Sayın Hocam, 23 kitabı ve onlarca bilimsel makaleleri kabul gören bir duayen olarak, zamanınızı dolu dolu geçtiğini ifade ediyorsunuz; bu arada, eğlenceye, tatile zaman bulabildiniz mi?
ÇIĞ: Sayın Dal, tatile ve eğlenceye
Yaratırdım! Tabii eğlence deyince benim aklıma sinema, tiyatro ve seyahat geliyor. Eşimle sık sık tiyatroya giderdik. İmkan buldukça da, davetlere, kokteyllere katılırdık. Ve hep gezerdim. Sadece Japonya’ya 15 kere gittiğimi söyleyebilirim...
DAL: Sayın Hocam, "NEDEN SÜMOROLOJİ?" sorusuna, cevabınızı öğrenebilir miyim?
ÇIĞ : Sayın Dal, Ankara’da Dil Tarih Coğrafya Fakültesi açılalı bir yıl bile olmamıştı. İki arkadaş, Fransızca bölümüne kayıt olmak istiyorduk. Ama kayıtları dolmuş. “Hititoloji profesörü yeni geldi. Yan dersler olarak da sümeroloji ve arkeoloji olacak” denildi. Gidip oraya kayıt olduk. Tabii çok cahiliz o zaman. ‘Loji’nin ‘bilim’ olduğunu bile bilmiyorduk. Tesadüfen başladı her şey.
O günler, hocamız okulda kalmamı çok istedi ama ben istemedim. Babam profesör olmamı istiyordu. Sonra İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde çalışmaya başladım. Maalesef okulda kalanlar ne sümeroloji ne de başka alanda bir şey ortaya koyabildi. Koskoca bir sümeroloji arşivi meydana getirdik. Anlaşılan o ki, biz yapmasak başkası da yapmayacakmış...
DAL: Sevgili Hocam, Dil Tarih, Coğrafya Fakültesi'nin ilk mezunlarından olduğunuzu biliyoruz. Bu fakültenin kuruluş gayesi, sizin bu Fakülteye kayıt olmanızde kimler etken oldu?
ÇIĞ : Sayın Dal, 1935’te açılan bu okulda, 1940’ta mezun oldum. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bu okulu açarken, şöyle demişti:
"Türk dilini ve tarihini araştıracak uzmanlar yetiştirmek zorundayız. Bunun için bu okulu açıyor. Türkçe’nin kökeni ne? Türkler hangi coğrafyada, nerelere kadar uzanmış? Bunları gelecek nesillere aktarmak için gerekli eğitimciler yoktu." diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyeti kurar kurmaz lisede başarılı çocuklar arasından sınavla 150 genci seçip Avrupa’ya gönderdi. Aynı dönemde Almanya’da Hitler, pek çok değerli profesörü Yahudi olduğu için işlerinden çıkardı. Atatürk, “Hemen gelsinler” dedi. O zaman yapılmış bir anlaşma var. Ben okurken ağladım. Daha 10 yıllık bir ülkenin yaptığı şeyler bunlar. Biz bugün bir şeyler yapabildiysek, hepsi o dönem atılan tohumların meyveleri sayesinde... Eğer Atatürk'ün sağduyusundan, öngörüsü şekilde devam edilebilseydi Türkiye şimdi Finlandiya ve Norveç seviyesinde olabilirdi..!
DAL: Sevgili Hocam, soracağım bu soruya vereceğiniz cevabı bilhassa merak ediyorum doğrusu..?!
Hocam, canlı tarihimiz olarak; Cumhuriyetimizin ilk yılları ile günümüzü mukayese ettiğinizde, neler söylemek istersiniz?
ÇIĞ : Sayın Dal, 1933’te, Cumhuriyetin 10. yılında Eskişehir’de öğretmendim. Kadın-erkek ayrımı yoktu. Hep birlikte sinemaya, tiyatroya gidilirdi. Çarşaflı bir tek kadın bile görmezdik. Erkekler şapkalı, kadınlar başı açık modern bir şekilde yaşıyorduk. Köyde ve şehirde büyük bir okumayazma seferberliği vardı. Bugün 60'nı devirmiş olup, okumaz-yazmazı görünce kahroluyorum.! 1930’lu yılların yokluğunda bile insanların okuma, öğrenme aşkı vardı. Şimdi ise "kindar gençliği" kanıksar olduk. Yazık, Çok yazık..!!
DAL: Teşekkürler Sevgili Hocam... Sağlıklı ikinci asırlar diliyorum.