İnsan elbette sadece biyolojik bir varlık değil ama, biyolojik sebeplerle dünyevî yönelimleri olan bir varlık olarak kendini düşünme eğilimindedir.
Tasavvufta bu mertebeye –nefs-i emmare diyorlar.
Nefsi- Emare aşamasında insan kendini dünyanın doğal bir parçası olarak tekbenci olarak görür.
Tekbenci karakter yapısı insanın kendilik bilincini nesnelerine bağlı değerlendirir.
Felsefede tekbenci görüş Solipsizm olarak adlandırılır.
Solipsism, sadece bireysel ‘ben’in varlığını tanıyan aşırı idealizm içeren bir görüştür.
Solipsizmci bir bakış açısıyla, her şey düşüncede vardır ve düşünce dışında hiçbir nesnel gerçeklik yoktur.
Dolayısyla gerçek olan sadece varlığımızdır.
Öteki insanlarda ancak düşüncemde vardır.
Öyleyse evrende gerçek sadece “ben”dir, yargısına varır.
Bu tarz düşünce solipsism sendromu olarak adlandırılır.
“Tekbencilik” (Kurumsal Bencillik): “Yalnız ben varım, benden başka her şey yalnızca benim tasarımımdır” görüşüne sığınır.
Gerçekliği kendinden ibaret görmek solipsizmdir.
Solipsizm’e göre kişileri tekbenciliğe ulaştıran temel soru “ben”dir.
Ancak insan çevresindeki dünyayla, ötekilerle, hemcinsleriyle kavga etmeden terbiye ve nezaket boyutunu belirleyen sosyal bir çevrede yaşamak zorundadır.
Yaşam dediğimiz şey de sürekli olarak beklenti ve taleplerle doludur.
İnsan olarak hayatta kalma güdümüz, varoluşun devamlılığı, koruma refleksi, kendilik bilincinin oluşması, akıl, mantık ve idrak aşamalarının gelişmesi gibi insanın öznel formasyonları ortaya çıktıkça insan sosyal bir varlık olduğunu far eder.
Bu farkındalık “ben” ve “öteki” arasındaki birliktelik senaryolarını zorunlu kılar.
İnsan bu hayatta edim ve üretimlerle hem “ben” için hem de “öteki” için üreten varlık olmak zorunda olduğunu da fark eder.
Böylece bu edimleri sağlayan tarihi bir çevresinin, coğrafyasının olduğunun farkına varır.
“ben” ile “Öteki” arasındaki ilişkileri belirleyen “kültür” ve “medeniyet” dediğimiz öğeleri tespit eder.
İnsan, bulunduğu alan içinde kendini gerçekleştirmeyi ve öteki ile belirlenen sosyal normlar doğrultusunda ilişki kurmayı zorunlu olarak bulur, öğrenir ve uygular.
Doğanın zorunlu ve zorlayıcı şartları içinde yaşama tutunarak bu dünyada kendisine düşen rolü oynar.
Geçmiş kültür, medeniyet, teknoloji ve bilgi gelişimini öğrenerek bundan değer üretmek ve doğayı kendinde karşılık bulduğu duyusal, ussal, sezgisel, duygusal formasyonlarda yaşarken geleceği de tasarlamak zorunda olduğunu fark eder.
İnsan, doğanın nesnelliği zemininde doğaya aşkın olarak metafizik bir varlığın oluşunu keşfeder. Sadece maddi bir bedenden ibaret olmadığını kendinde bir ruh3i melekenin olduğunu anlar.
İnsan her aşamada öğrendikleriyle kendilik bilincini inşa etmeye devam eder.
Öç zamanlı Bilinç ile yapısallığı ve öznenin bilinçte hayatta kalma güdüsü gelecek odaklı yaşama bilincini de geliştirir.
İnsan geçmişte ve anda, tecrübe ettikleriyle öğrenmesiyle birlikte bilginin en önemli değer olduğunu far eder.
Bilginin değer oluşu ile öğrenmek için yeni yöntemler geliştirmesi sonucunda insan katmanlı olarak sürekli öğrenir.
İnsan öğrendikçe öğrendiklerine göre yeni tutum, davranış kazanır.
Bilgi insanı devamlı üretimlerde bulunmaya zorlar.
Tarihî bir varlık olarak insan, acılarla dolu tarihî deneyimlerle hem kendisi için hem de çevresindeki “öteki” dediğimiz hem cinsleri için hayatî tehlikeyi göz ardı etmeden, ikili veya çoklu ilişkilerde stratejik düşünmek zorunda olduğunu far eder.
Stratejik tutum, davranış, yaklaşım, uygulamalar ve yöntemlere başvurur.
Strateji; önceden belirlenen amacı/ amaçları sonuçta gerçekleştirmek için yapılan düşünce ve uygulamaların tamamıdır. En eğitimsiz, bilgisiz insan dahi deneyimleri sonucunda gelecek öngörüsü ile stratejik düşünmekte bu yönde tutum ve davranışlarda bulunmaktadır.
Strateji; rakibinin, muhalifinin, düşmanının vb. imkân ve kabiliyetini öngörerek pozisyon almak, karşı karşıya kalınacak ve zorda bırakacak her türlü olay ve olgu karşısında çözüm üretmek ve uygulamaya geçirmektir. Strateji; rakibinin, muhalifinin, düşmanının vb. imkân ve kabiliyetini öngörerek pozisyon almak, karşı karşıya kalınacak ve zorda bırakacak her türlü olay ve olgu karşısında çözüm üretmek ve uygulamaya geçirmektir.
Ali İmran suresinde “Allah, tuzak kuranların (tuzakları boşa çıkaranların) en hayırlısıdır.” denilirken; Allah'ın stratejik düşünce biçiminde rahmeti, hak ve hakikatin görünüş bulmasını kastedilmiştir.