Sema aşkla, kutluluk göğünde uçarken Allah’ın kol kanat vermesiyle hayalde geleceği okumak için hipnotik transla yapılan bir dönüş, dönerken bilginin kaynağına varış yoludur.
Aşkla, kutluluk göğünde uçarkan uçanların uçuşunu arttıran Rab’tır.
Semada dönüp duran derviş, Allah’ın sevda halkasında ruhanilere çeşit çeşit haller gelir.
Biz öncelikle sema dediğimiz şeyin görünen yüzünü anlatmaya çalışalım, sonra onun derunine inmenin rehberi Divan-ı Kebir adlı eserden bahsedelim:
Semada asılı duran iğne ucu kadar sessiz bir sessizlik, sonra sessizlik aniden ezan sesi kadar melodik insan nefesi kadar derin ve kıvrak bir ney solosuyla hafifçe bölünüyor.
Uzun, konik şapkalı bir düzine adam sahneye kedilerine has bir yürüyüşle olmayan bir zamanda hareket ediyormuşçasına birden hüzme bir ışığın ortasına çıkıyorlar.
Bütün renklerin birleşimiyle meydana gelen siyah bir pelerinle sarılı vücutları yine kendilerine has bir duruşla mekâna yerleşiyorlar.
Birbirine karışan ritimli sesler ve davullar Osmanlı saray müziğinin görkemli yürüyüşünde flüte katılıyor, adamlar siyah pelerinlerini çıkarıp beyaz tunikleri ve geniş eteklerini ortaya çıkarıyor. Sonra güneşin etrafında dönen uydulara eş kendi eksenleri etrafında dönmeye başlıyorlar, dönüş önce yavaşça, sonra müzikle birlikte hızlanıyor, ta ki dönen topaçların bulanıklığına benzeyene kadar, hepsi mükemmel bir zamanda ama her biri kendi coşkulu dansında kayboluyor sanki.
Hipnotik dansla dönen dervişler olarak bilinen bu semazenler aslında Mevlevilerdir.
Hipnotik dansla dönüş de meditatif bir dua uygulamasıdır.
Mevlevilik mistik bir İslami tarikattır.
Etekleri “günlük” kokusuyla kokulandırılan hipnotik dans yapan dervişlerin beyaz tunikleriyle sema etmeleri ile baş döndürücü kokusu havaya yayılır.
Bir saat kendilerini dini bir coşkuya kaptıran ritmik dönüş ve havaya yayılan günlük kokusu ve müziğin ritmiyle ister istemez onları seyredenler de mutlu bir hayal dünyasında bulurlar kendilerini.
Dünyanın farklı yerlerinde sergilense de Mevlevi tarikatının kalbi Konya’dır.
Sema, 13. yüzyılda mistik ve şair Mevlana Celaleddin Rumi ile başlamıştır.
Mevlana Konya'nın bakır atölyeleri arasında yürürken, şıngırtılar arasında Tanrı'nın isimlerini duyduğunu ve kutlamak için dönmeye başladığını söyler.
Mevleviler bu dönüşü yıl boyunca ve takip eden yıllarda biteviye sürdürürler.
Dervişler sema ettiğimizde, vücut ağırlıkları tamamen sol ayaklarının ön kısmı üzerine odaklanır.
Bu duruşun uygulanabilmesi için, topuğun dik bir çivinin üzerinde imiş gibi saatlerce sema etmek gerek.
Konik bir gövde içinde büyülenmiş bir figür, başı tevazu içinde eğik ve beyaz cübbesi yelpaze gibi açılmış.
Serma bahçesinde bir selvi olmak.
Sema bakış açıarına göre“turistik”, “folklorik”, “kültürel görüngü”, arkaik bir uğraş”, ya da “korunması gereken geçmiş bir çağın kalıntısı”.
Sema bunların hiçbir değil.
Semayı anlamak ve semanın kalbine ulaşmak istiyorsak Mevlana'yı rol model almalıyız.
Onun yaptığı gibi sema etmeliyiz.
Onun yaptığı gibi dönmeliyiz.
Her dönüşte daha da yükseğe çıkmalıyız.
Mevlana, semanın ne ifade ettiğini bilelim diye bize "Büyük Eser"i, Divan-ı Kebir'i bırakmıştır.
Bu eser, Divan-ı Şems-i Tebrizi olarak da bilinir.
Divan-ı Kebir, aşkla yanan Mevlana’nın hikâyesidir. Divan-ı Kebir, büyük ölçüde Mevlana’nın ruhundan, aşkla yanan bir ruhtan dışarıya dökülen ve kopan için için yanan közlerdir.
Divan-ı Kebir'i okumadan, anlamadan ve deneyimlemeden yapılan sema, sema değildir.
Divan-ı Kebir'i okumadan, anlamadan ve deneyimlemeden yapılan sema Mevlana'nın sema'sı değil.
Coşkulu bir ese olan Divan-ı kebiri okudukça döner ve semaya Mevlana gibi katılırsınız.
Sema, Mevlana'nın tasavvufa yaklaşımının özüdür. Onun sembolüdür, sırrıdır.
Onun canlandırılması, beslenmesi ve işaretler yoluyla icra edilmesidir.
Sema Mevlana'nın öğretilerinin tecessümüdür!
.Sema da bunun bir tezahürüdür.
Dahad a açarsak, semâ “sûfînin kendisine gelen vâridi işitmesi ve işittiğini kalbe aktarması” sem‘ (işitme, vahiy, nakil) olduğunu, şer‘î hükümlerin kabulünün işitmeye dayandığını, dinî mükellefiyetler sahasında kulağın gözden, işitmenin görmekten üstün olduğunu, şeriat, tarikat ve mârifetin elde edilmesinde işitme eyleminin zorunlu şart sayıldığını belirterek semâ fiilinin diğer bütün tasavvufî fiil ve hallerden önce geldiğini söyler
Semâ yapanlar genelde mânayı dinleyenler, sesi dinleyenler şeklinde iki grupta incelenebilir. Sûfîlere göre semâda aslolan mânayı dinlemek ve anlamaktır. Mâna kalbe ulaşınca kalbi harekete geçirir ve vecd hâsıl olur.
Kur’an, şiir, kaside veya mûsiki nağmelerinin sâikiyle meydana gelen vecd halinin insanın organlarına yayılması raks diye nitelenen hareketli semâı doğurur.