Kimden ve nereden geldiğini bilmediğim bir davet sonrası gece uykularım kaçmış olsada sabah erken uyanmış bana gelen bu davete icap etmeye karar vermiştim. Beni nelerin beklediğini bile bilmeden korkularıma rağmen uzun bir hazırlık sonrası içtiğim kahvenin ve yüzümü yalpalayan serin rüzgarın etkisiyle kendime gelmiş, elimde hiç bilmediğim bir adresle yola koyulmuştum. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen bir yerlere yetişmek, yaşamı yakalamak için koşuşturan insanların varlığı görmek içimi ısıtmıştı. Küçük bir yolculuk sonrası insanları ardımda bırakarak etrafı selvi ağaçlarıyla bezenmiş bir bahçeye girdim. Nerede olduğumla ilgili pek bir fikrim yoktu ama içinde bulunduğum bu koca boşluğun içinde kendimi bulmak için bilmediğim yollardan geçmek zorundaydım. İnsanı cezbeden renkli ışıkların asılı olduğu, kuş yuvalarının yerleşirildiği ağaçlarla dolu bu bahçe beni etkilediği kadar bir o kadar ürkütmüştü. Ağaçların arasından sıyrılıp ilerlediğim bahçenin sol tarafında, ait olmadığımı düşündüğüm kocaman bir kalabalık vardı. Birden bire o kalabalığın içine karışmış, hayatımda görmediğim birbirinden farklı, her yaştan insanın neşeli silüetleri ardına gizlenmiş anlaşılmayı bekleyen yüzlerle karşılaşmıştım. Kimi heyecanlıydı, kimi sıkılmış, kimi durgundu, kimi neşeli, kimi tek başınaydı, kimi kalabalığın içinde yalnız!..
Hepsi birbirinin gözlerinde bir kıvılcım, bir mucize arıyordu. Oysa mucize belliydi, oradaki her insan bir mucizeydi bir başkasının kalbine dokunabilecek güce sahipti ama bunu kimse görmüyordu! Bakmak ile görmek arasındaki o ince çizgi arasında sonsuzluğun içine hapsolmuş ruhların çığlığı yükseliyordu ama kimse duymuyordu. Savunmasız kalkmaktan korktukları için kahkahaların gürültüsüne sığınmışlardı. Kendi hikayelerinin içinde barındırdıkları, onlara dair her ne var ise gece üstünü örtüp evde emanet bırakıp gelmişlerdi bu kalabalığın içine…
Kim olduklarıyla ilgili tereddütleri, ötekileştirilmeleri, girdikleri yaşam mücadelesi, kendini kabul ettirme, doğaları gereği içine girdikleri aidiyet arayışı…
Yaşamak istiyordu hepsi, yaşamın anlamını arıyordu! Sevmek, sevilmek istiyordu en çok seslerini duyurmak istiyordu! Ölüm ile yaşam arasında geçen bu zaman dilimi arasında büyük bir boşluğun içindeydiler. Bu boşluğun içinde kaybolmaktan daha çok hırpalanmaktan, kanamaktan korkuyorlardı…
Ve ben de o kalabalığın bir parçası olmuştum! Kalabalığa dokunup ondan sıyrılmayı, o kalabalıklarda yalnız olup kendimi bulmayı, kalabalığın bana vaat ettiği insani duyguları, varlığı ve yokluğu aynı anda tatmalarımı, farazi korkuları, başlangıçları, sonları, son olduğunu sandığım her ne var ise en baştan yeniden başlamayı, yaşamın bütün doğum sancıları içinde yeniden hayat bulmayı öğrenmiş, insan olmayı sevmiştim!..
‘Amor Fati’ tabirini benimsemiş yaşamın doğal döngüsünü kabul etmiştim.
Bana bahşedilmiş bu yaşamı taşıyabildiğim yere kadar onurla taşımayı kendime bir görev bilmiş, boşlukları doldurabilecek güce sahip olsamda bu boşlukların yenisi olacağının bilincine varmıştım. Ve bazen o boşlukların hayatımızda önemli rolü olduğunu ve o boşluklarla beraber yol aldığımızı deneyimlemiştim!
Velhasıl kelam; kaderini sev ve savaşmaya devam et!..