KELİMELER VE İNSAN

  • Yazar :Sevgi Horozoğlu
  • Eklenme Tarihi :17.05.2022 09:37

Küçük bir alışveriş sonrası nefeslenmek için bir kafeye girmiştim. Girdiğimde gayet nezih olan kafede, sağ taraftaki masada sessizce yemeklerini yiyen orta yaş bir karı koca ve sol tarafta üç kişilik ergen tayfası dediğimiz bir grup genç ve güler  yüzüyle beni karşılayan çalışanlar dışında kimse yoktu. Okul saati, dersi  astıklarını  düşündüğüm belki de ön yargıydı bilemiyorum, öyle olmadığını umarak kahvemi yudumlarken, gözüm masada  küllüğün üstünde dumanı tüten sigaraya  ve bira şişelerine takılıyor. Bu duruma alışmış olduğumu düşünürken gençlerimizin geldiği duruma her halükarda içerliyor, üzülüyorum.  Nerede yanlış yapmıştık, gençlerimiz tekdüze, sağlıklı düşünemeyen nazi askerlerine dönüşüvermişlerdi?  Giyim tarzları, üslup, hal ve hareket olarak birbirlerine  benzeyen, depresif hale gelmişlerdi. Birbirinin aynı, üretemeyen, tüketmeye odaklı birbirlerine özenti, kişilikleri oturmamış  kendini yetişkin sanan bir nesil!  Her şeyden önce içinde nefret tohumlarıyla büyüyen, paylaşmanın ne demek olduğunu, sevmeyi ve sevilmeyi bilmeyen ağzı bozuk küfürü meşrulaştıran, birbirlerine ulaşmak için köprüler kurmak yerine önlerine çıkanı ezmeyi başarı sanan bir nesil!  Bu dünyanın dertlerini fazlasıyla sırtıma yüklediğimi düşünerek, bu yükleri biraz indirip küçük bir ara veriyorum.

Çantamda her daim bulundurduğum kitabımı çıkarıp dikkatimi toplamaya çalışıyorum. Bir kaç sayfa okuyup başımı kaldırdığımda boş olan kafenin insan fısıltılarıyla dolup taştığını görüyorum. Nerden geldiği bilinmeyen kahkaha sesleri patlıyor arada. Sebepsizce gülümsüyorum, insanların o doğal varlığının sesi içimi ısıtıyor. Tepemde duran çalışan, boşalan bardağımı alıyor. Arada beni yoklarken biraz daha oturmak için başka şeyler sipariş etmem  gerektiği hissine kapılıyor,  bir tost ve filtre kahve istiyorum. Bu sefer dibimdeki masada oturan kalabalık masaya takılıyor gözüm. Hararetli bir şekilde bir konu tartışıldığı belli oluyor. Taraflar birbirlerini dinlemeden çok konuşan haklı çıkacakmış gibi ha bire konuşuyor. Biri diğerinin sesini bastırmak için sesini daha da yükseltmeye başlıyor. Masanın baş tarafında oturan cılız adam ablak suratıyla sinsice her iki tarafa başını sallayıp dururken, ortada kalan üçüncü kişi kafede olduklarını hatırlatmak istercesine sağ tarafındakini eliyle çimdikleyerek, diğerini kaş göz işareti yaparak uyarıyor, ortalık biraz sakinleşiyor.  Tam o esnada sipariş ettiğim kahve ve tostumu getiren çalışanla beraber  dikkatim dağılıyor.  Teşekkür edip kahvemden bir yudum alıyorum.

Kimse birbirini anlamak için dinlemiyor, haklı çıkma çabasıyla, sesini yükselterek olaya egemen olmaya çalışıyor diye düşünüyorum. Şu an karşımda oturan bu insanlardan ziyade genel olarak yaşamımızda olaylara, insanlar üzerinde bir hüküm sürme çabasıyla  kelimeleri tüketiyoruz. Anlamaktan çok konuşmak ve daha çok konuşmak için hayasızca o değerli kelimeleri ziyan etmenin anlamsızlığı içinde bir duman isi gibi üzerimize sinen arsızlığın farkında bile olamıyoruz…

Olaylara farklı açıdan bakabilir, farkı düşünebilir, düşündüklerimizi dile getirebilir, haklı veya haksız olabilirdik. Etraftan tepki alırım korkusuyla düşündüklerimizi dile getiremeyen pasif insanlara dönüşmüştük. Kaotik zayıf kalmış ruhumuzun, olayları kişisel algılayıp saldırıya geçen, sesini yükseltip çok konuşarak karşındakini bastırmaya çalışan,  kendi gürültümüzden başka kimsenin sesini duymak istemeyen insan sürüsüydük artık! Anlamaktan çok cevap vermek ve olası bir saldırı karşısında hep tetikte bekleyen farazi korkularımızın içine hapsolmuş insan sürüsü…

Ve ben kelimelerin   gücüne inananlardandım hala, ağzımdan çıkacak bir kelimenin  insanın yüreğinde çiçekler açtıracağı gibi, paramparça edeceğinin bilinciyle kelimelerimi  itina ile seçmenin, koca ömrümü  doğru sözcükleri kullanmaya çalışıp defalarca düşüncesiz, nobran insanlara maruz kalmanın absürtlüğüne şaşırmayı en aza indirgemeyi öğrenmiştim. Ağzımdan çıkan sözün arkasında durmanın telaşı içinde harcadığım zamanların hatıraları duvara sinmiş çerçevenin izleri gibi duruyordu hala.  Verilen sözlere inanmamayı, insanların sadece konuşmak için konuştuklarını, kelimelerin ucuz insanların dilinde sarf edildiklerini gördüğümde sözcüklere daha da tutunmuş kalemime daha çok sarılmıştım…

Ve ben evimde oturmuş ayaklarımı olmayan balkon tırabzanlarına uzatmış, kahvemi yudumlayıp bu satırları yazarken, hayal ettiğim sıradan bir kafe veyahut sıradan bir ortamda böyle olayların yaşanmış olması muhtemeldi.

Bu dünyada her şey belki gelip geçiciydi ama kelimeler bakiydi. İnsan kelimelerle  vardı ve kelimeler ile var olmaya devam edecekti. Kelimelerle yıkılmaya, kelimelerle güçlenmeye, özgürlüğe ancak kelimelerle varacaktı…